
Müslümanlar, başka hiçbir ayda, Ramazan'daki kadar haşmetli, heybetli ve mübarek gözükmüyorlar. Tam bir 'nurâni disiplin' içerisinde zaferden zafere koşan 'muntazam bir ordu' edasıyla insanlığı kıskandıracak bir letâfet ve istikamet sergiliyorlar. Mü'minler, Ramazan'da Cenab-ı Hakk'ın geniş ve azametli Rububiyetine karşı küllî ve umumî bir ubudiyetle karşılık verip bir 'resm-i geçit' yapar gibi âleme ubudiyet dersi veriyorlar. Denilmiştir ki Ramazan lafzı, 'ramaz' kökünden gelmektedir. Ramaz ise 'güz yağmuru'na verilen isimdir. Bu durumda mânâ şu demeğe gelir: Bu ayda oruç tutan mü'minlerin bedenleri günah kirlerinden temizlenir; kalplerinden dahi manevî kirler çıkar tertemiz olurlar. *** 1433 Ramazan-ı Şerifini beklerken... 'Arınma'yı ümit ettiğimiz gibi dirilmeyi, direnmeyi de temenni ediyoruz. İstibdadın her türlüsüne, işgalin her çeşidine karşı direnmeyi... Mazideki şevket ve devletin elde edilmesine vesile olacak şekilde, enaniyet ve nefsini öldürerek dirilmeyi... Mahzun gönüllere neş'eler serpecek heyetleri yetiştirecek bir şuur ve heyecanı... Şeytanları kahredecek bir ittifakı, tesanüdü, yardımlaşmayı... En büyük kuvvet olan ihlâs ve samimiyeti... Uhuvveti, hılleti, haliliyeyi... Hikmeti, cesareti ve iffeti... Evet, bunları da talep ve niyaz ediyoruz, Ramazan-ı Şerif'in Rabbinden! Bu dualarla gözlüyoruz 'mâh-ı ruze'yi... Göz yağmuru ile bekliyoruz güz yağmurunu... *** 1433 Ramazan-ı Şerifini beklerken... Irak'ın, Afganistan'ın, Doğu Türkistan'ın, Filistin'in, Keşmir'in, Arakan'ın yetimleri; Somali'nin, Etiyopya'nın, Kenya'nın, Darfur'un mazlum ve mağdur evlatları da bir bir gözümüzün önünden geçiyor... 'İttihad-ı islam' için çarpan 'muvahhid' kalplerin varlığı ile mesrur olurken, bu 'farz' 'vazife' ve 'mukaddes' 'gaye'nin zorluğu ve yokuşu bize kamçı oluyor; kulaklarımıza fısıldıyor hakikati:"Yok-ol-uş!" 'Yokuş'ları tırmanmak için 'ol'mak, 'ol'mak için 'öl'mek gerek! Pişman olmamak için pişdar olmak gerek! Hamzaları, Ömerleri, Saidleri, Husrevleri yetiştirmek ve istikbale uğurlamak gerek! Yoksa! Yok-ol-uş var! İzmihlal var! *** 1433 Ramazan-ı Şerifini beklerken... Bu toprakların ruhu, kokusu, can suyu; bu dünyanın aklı ve kâinatın kalbi olan Kur'ân'a dostluğumuzu tazelemeye, Kur'ân harflerine aşinalığımızı yenilemeye gayret ediyoruz. Topyekun, hem de yediden yetmişe! Köklerle ve göklerle münasebetimize istikamet ve kuvvet verip istikbalimize ışık ve nur olacak 'dâvâmız' için hayati adımlar atıyoruz. Kapağa taşıdığımız coşku bu işte! Yıllar önce yine kapaktan "Yeni bir devir başlıyor!" diye duyurduğumuz 'fetih mevsimi' devam ediyor! Arabın, Türkün, Kürdün; İslam'ın bahar mevsimi bu! Şimdi... Sabır ve sebatla himmete ve hizmete devam vakti... 'Rahle'ye yapışıp 'rıhle'nin selametini emniyete alma vakti... 'Yay'ı gerip 'ok'u en ileriye fırlatma vakti... Her evi bir 'irfan mektebi' her mektebi bir 'irfan evi' haline getirme vakti...

Zâlimler İçin Yaşasın Cehennem! Bedîüzzaman Hazretleri, 1907 senesinde İstanbul'a geldikten sonra gördüğü haksızlıklardan dolayı, Jön Türkler'e muhâlefet eder ve "Siz dîni incittiniz. Gayretullah'a dokundunuz. Neticesi vahim olacaktır." diye izhar-ı muhâlefetten çekinmeyerek hârika bir kuvvet-i îmâniyeden gelen kahramanlıkla mücâdele ediyordu. 2. Meşrutiyet döneminde ise Bedîüzzaman Hazretleri Divân-ı Harbe verilmiş. Divân-ı Harb-i Örfî'de mahkeme reisi Hurşit Paşa'nın "Siz şeriat istiyormuşsunuz. Şeriatçılar mürtecidir." mealindeki sözüne karşı Üstad Hazretleri "Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdâdından ibâret ise, bütün dünya şâhit olsun ki ben mürteciyim. Şeriatın bir tek meselesi uğrunda bin ruhum olsa hepsini fedâya hazırım." diye cevab vermiş. O vakit imha edilmek üzere iken, ölüme beş para kıymet vermeden, hakikati pervâsızca söylemekten çekinmemiştir. Bu dehşetli mahkemeden îdâmını beklerken beraet kazanmış. Mahkemeden çıkarken teşekkür etmeyerek kalabalık bir kitle içinde "Zâlimler için yaşasın Cehennem! Zâlimler için yaşasın Cehennem!" sayhalarıyla ilerlemiştir.

Sohbet ortamlarında hani bazen sorulur "Haydi! Herkes sırayla birer tane Peygamberimiz (asm)'ın sünnetini söylesin" diye. Herkes o an hemen ilk aklına gelen sünneti söyler. "Yemeğe tuzla başlamak" diyenler çıkar, "Her an abdestli olmak" diye cevap verenler olur. "Komşuya iyilik etmek" diyerek sohbete katkıda bulunanlar çıkar ve sohbet devam eder, gider. Bu cevapların hepsi gerçekten sünnettir ve pek güzeldir. Ben burada bu tarz sohbetlerde ilk anda hemen akla gelmeyen, bir sünneti, sizlerle paylaşmak istiyorum. Zira bu sünnet bütün sünnetlerin esasını oluşturan, Müslümanlar arasındaki güveni ve birliği sağlayacak bir sünnet olarak karşımıza çıkıyor, Özellikle bu Peygamberî ahlâkın, bütün sahâbelerce örnek alınan bir sünnet olduğunu târih bize söylüyor. Eğer bu sünnet günümüz Müslümanlarınca baş tâcı edilse İslâm Birliği'nin gelişmesinde ve kökleşmesinde çok mühim bir anahtar olacaktır. Evet, İslâm târihi bize gösteriyor ki mü'minler ne zaman doğruluğu hayatlarının merkezine aldılar terakki ettiler, yükseldiler, bütünleştiler. Ne zaman ki doğruluktan uzaklaştılar, gerilediler, alçaldılar, parçalandılar. Müslümanlar, ne zamana kadar; sahâbe asrını, Asr-ı Saadet yapan doğruluk ahlâkını yaşadılar, kendi asırlarını da faziletlerle bezediler. Ne vakit ki sahâbelerin en önemli hasleti olan doğruluktan ayrıldılar, kendi dönemlerini maalesef İslâm'ın rengiyle süsleyemediler. Evet, sahâbelerin üzerinde güneş gibi parlayan, sahâbeleri en yüksek mertebelere çıkaran, özellikle onları Muhamedü'l-Emin (asm)'a ashâb olma liyakatine ulaştıran sıdk, doğruluk ve yalan söylememek sünnetidir. İslâm âlimlerine ittifakla "Sahâbeler, daima doğru söylerler. Onlardaki rivâyet (Peygamberimizden haber verme) tezkiyeye (yalandan temizlemeye) muhtaç değil. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'dan rivâyet ettikleri hadisler, sahihtir (doğrudur)" sözünü söyleten sahâbelerin yalan söylemektense, ölmeyi tercih edecek derecede yalandan nefret edip hakka, hakikate, doğruluğa âşık olmalarıdır. Evet, O sahâbeler ki doğruluğu, İslâmiyet'in en mühim esası, en köklü temeli bildiler. O sahâbeler ki, doğruluğa îmanın en birinci özelliği olarak îman ettiler. O sahâbeler ki, insanı her türlü mükemmelliğe ulaştıran vesilenin doğruluk olduğunu hayatlarıyla ispat ettiler. O sahâbeler ki, sıdkı bütün yüce huyların en temel mayası bilip doğruluğu toplum hayatının can damarı olarak gördüler ve öylece dosdoğru yaşadılar ve tertemiz bir İslâmiyet'i ümmete miras bıraktılar. Yine o sahâbeler ki, küfrün; inkârın bütün çeşitleriyle yalan olduğunu bildiler. Yalandan küfürden nefret ettikleri gibi nefret ettiler. Yine o sahâbeler ki yalanı insanın mânevî hayatını yok eden bir bardak zehir gibi gördüler. Münâfıklar gibi mânen intihar etmediler. Yine o sahâbeler ki, yalandan akrepten, yılandan kaçar gibi kaçtılar. Müseylemetü'l-kezzâblara düşman, Resulullah'a arkadaş oldular. Yine o sahâbeler ki, yalanı cehennem gibi, cehennem azabı gibi gördüler, yalandan uzak durup sâdece doğruluk nuruna kalblerini açtılar ve cennetlere uçtular. Elhak, sahâbeler böyle hârika bir kemâlatı ve mâneviyatı kazandılar. Biz de onlar emsâl bir kemâlâta tâlip ve sahip olmak istiyorsak bu hâli nasıl kazandıklarını araştırmamız gerekmez mi? Sahâbeler böyle muhteşem bir hâli ve duruşu gösterebildiler ama "Kimi örnek alarak gösterebildiler?" sorusunun cevabını aramamız, çağımızı Asr-ı Saadet misal bir asır yapmanın başlangıç noktası değil midir? Evet, gerçekten sahâbeler, "Örnek ve model bir toplum nasıl oluşturulur?" sorusunu hayatlarıyla cevapladılar. Çünkü sahâbelerin önünde "Sakın "Doğruluktan ayrılmayın. Doğruluk sizi iyiliğe, o da sizi Cennet'e ulaştırır."1 diyen doğruluk abidesi bir modelleri vardı. Çünkü sahâbelerin yanında; ahlâkı Kur'ân olan, Kur'ân'ı her hâliyle yaşayan istikametli bir rehberleri vardı. Çünkü sahâbelerin hedefinde "Konuştuğunuz zaman doğru konuşun! Vaadettiğiniz zaman yerine getirin! Emânete karşı emin' olun!"2 diyen doğruluk ve dürüstlüğün en güzel bir örneği olan şanlı Nebileri vardı. Çünkü sahâbelerin idealinde "Aleyhinize de olsa doğru söyleyin" diyen dosdoğru bir Peygamberleri vardı. Çünkü sahâbelerin hayatında; bir şey hakkında söz verdi mi, verdiği sözde ne pahasına olursa olsun mutlaka duran bir önderleri vardı. Çünkü sahâbelerin yaşamında "Aldatan Cehennem'dedir."3 "Yalan, Cehennem kapılarından bir kapıdır."4 "Yalan, îmana zıttır."5 "Yalan, münâfıklık alâmetidir."6 "Yalandan sakının. Yalan insanı kötülüğe, o da Cehennem'e götürür."7 diye haykıran yalandan hiç hoşlanmayan, yalancıları hiç sevmeyen Resulleri vardı. Bu konuda son olarak beni çok etkileyen, Efendimiz (asm)'ın doğruluğuna, hakperestliğine, dürüstlüğüne delil olan, bizlere de ölçü olabilecek iki târihî olayı aktarmak istiyorum. Biri, daha Peygamberimiz'in getirdiği dinin yeni yeni filizlendiği bir dönemden. Diğeri, ise, Peygamberimiz'in Mekke Fâtihi olarak doğduğu, ama hicretle ayrılmaya mecbur kaldığı Mekke'nin fethedildiği günden. Birincisi: Resul-ü Ekrem (asm) Efendimiz etrafındaki hükümdarlara, son din olan İslâmiyet'e girmeleri için dâvet mektupları gönderiyordu. Bu mektuplardan birini de dönemin Roma İmparatoru Hiraklius'a göndermişti. Hiraklius, mektubu baştan sona okudu. Durumu araştırmak için Şam bölgesinde bulunan Mekkeli tüccarlardan bazılarını huzuruna getirtti. O sırada o bölgede ticaret için bulunan Ebu Süfyan da getirtilen tüccarlardandı. Hiraklius ile Ebu Süfyan'ın arasında şöyle bir konuşma cereyan etti: Hiraklius sordu "Ona daha ziyâde tâbi olanlar kimlerdir, zenginler mi, fakirler mi?" Ebu Süfyan cevapladı "Fakirler" "Hiç O'na inananlardan dönenler oldu mu?" "Şimdiye kadar hayır." "Artıyorlar mı, azalıyorlar mı?" "Her geçen gün biraz daha artıp çoğalıyorlar." "Küçüklüğünden beri aranızda olan bu Zâtın hiç yalan söylediğini duydunuz mu?" "Hayır, hiçbirimiz O'nu yalan söylerken görmedik, duymadık." O günlerde Müslümanların en amansız düşmanı olan Ebu Süfyan'dan aldığı bu cevaplardan etkilenen Hiraklius, kendini tutamayarak şöyle dedi "Bir insanın bunca zaman, insanlara yalan söylemekten kaçınıp da şimdi Allah'a karşı yalan söylemesi düşünülemez."8 İkincisi: Mekke'nin Fethi günü, görüldükleri yerde öldürülmeleri emredilen kişiler arasında bir mürted de vardı. Bu kişi, öldürüleceğini anlayınca sütkardeşi olan Hz. Osman (ra)'a sığındı. Yaptıklarından pişmanlık duyduğunu belirterek ondan kendisi için Peygamberimizden eman dilemesini istedi. Netice de Hz. Osman (ra), Efendimiz (asm)'dan onun affedilmesini rica etti. Peygamberimiz, (asm), Hz. Osman (ra)'a "hayır" mânâsında başını çevirdi. Hz. Osman (ra) birkaç kez diğer taraflardan yaklaşıp yine onun affedilmesini istedi. Ve sonuçta Peygamber Efendimiz (asm) isteksiz olarak da olsa Hz. Osman'ın hatırına o kişiyi affetti. O kişi, Hz. Osman'la birlikte Hz. Peygamber'in yanından ayrıldıktan sonra onu öldürmek üzere fırsat kollayan bazı sahâbeler, "Keşke eman vermeden önce, bize onu öldürmemiz için bir göz işâreti yapsaydınız" diye Efendimize sordular. Bunun üzerine o doğruluk rehberi olan Peygamber Efendimiz insanlık hukuk târihine geçecek şu ibretli sözü söyledi "Peygamberler hainler gibi göz yapmaz, göz kırpmaz"9 Evet, işte onlar böyle dürüst bir Peygamber'in sahâbesi oldular, istikamet dersini böyle bir Peygamber'den aldılar, dosdoğru bir hayatı böyle bir Nebi'den modellediler. Sırat-ı müstakim üzere yaşadılar ve O şanlı Resul'ün davasına, mîrasına sahip çıktılar. Rabbimizden niyaz ediyoruz ki bizleri de onların dâvâlarına ve ahlâklarına vâris olanlardan eylesin.

Hayrât Vakfı tarafından bu yıl beşincisi düzenlenen Milletlerarası Bediüzzaman ve Risâle-i Nur Sempozyumu, 27 Mayıs Pazar günü Ankara Arena Spor Salonu'nda on altı bin kişinin katılımıyla gerçekleştirildi. Sempozyumda bu yıl İttihad-i İslâm konusu ele alındı. Çeşitli ülkelerden akademisyenlerin de katıldığı sempozyum 4 oturum halinde gerçekleştirildi. Katılımcılar arasında AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, Fas Hareke-i Tevhid ve Islah Kuruluşu Başkanı Muhammed Hamdavi, Endonezya Mathla'ul Anwar Yür. Kur. Bşk. Ahmed Saydeli Kerim, Kazakistan Darul Erkam Vakfı Başkanı Maccanov Halilullah, Birleşik Arap Emirliklerinden Dubai Hükümeti İlmi Araştırmalar Merkezi Baş Âlimi Kur'ân ve İslâm Bilimleri Enstitüsü Tefsir Profesörü, Profesör Doktor Abdulhakim el Enis, Sudan Ulusal Kongre Partisi Gençlik Kolları Başkanı Abdulmün'im es-Sünni, Afganistan Müftüsü Habibürrahman Noor Muhammed, WADAH Başkan Yardımcısı, İDSB Malezya Temsilcisi Ahmed Azam Abdurrahman, Bangladeş SAWAB Başkanı Şeyh Muhammed Raşedüzzaman, Kudüs ve Mescid-i Aksa Muhafızı, 48 Toprakları İslâmi Hareket Lideri Şeyh Raid Salah gibi isimler yer aldı. ALLAH BİZİ BİRBİRİMİZDEN AYIRMASIN Ankara Arena Spor Salonu'ndaki program Yusuf Ertürk'ün Kur'ân-ı Kerim tilaveti ile başladı. Ardından Hayrât Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi ve İDSB Genel Sekreteri Avukat Ali Kurt açılış konuşması yaptı. Peygamber Efendimiz'in (asm) Allah birdir, biri sever hadis-i şerifini hatırlatan Kurt, Vahdet dininin temsilcileri olarak kâlu belâdan beri beraberdik. İnşallah yine biriz. Allah bizi birbirimizden ayırmasın dedi. Ayet ve hadislerdeki ittihad konularını aktaran Kurt, Allah bizleri Hz. Âdem ile Havva validemizden, bir ana babadan yarattı. Sonra birbirimizle tanışıp kaynaşalım diye bizleri kabile kabile kıldı. Bizi farklı farklı yarattı, farklı yerlerde, farklı dillerde, farklı renklerde, farklı zamanlarda yarattı ama kitabımızı bir kıldı, kıblemizi bir kıldı, peygamberimizi bir kıldı, bizi birbirimize kardeş kıldı. Kitabında 'Bütün müminler kardeştir' dedi, bizim kardeş olduğumuzu vurguladı. Allah bizlere âlemlere rahmet Habib'ini gönderdi. Bizleri o kutlu peygambere ümmet eyledi. O ahir zaman peygamberi, bizim için, 'Sizler tek bir ümmet, tek bir milletsiniz' dedi. Onun ashabı o güneşin etrafında birer yıldız oldular, tek vücud oldular. Kitabında överek 'Onlar kardeşlik hukukunda öyle bir noktada idiler ki, kendileri muhtaç olduğu halde kardeşlerinin nefsini kendi nefislerine tercih ederlerdi' buyurdu' dedi. BU ZAMAN ENANİYET DEĞİL, CEMAAT ZAMANIDIR Risâle-i Nur'dan İttihad-ı İslâm bahislerini okuyan Kurt, Üstadın, Bu zaman, ehl-i hakîkat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil, cemaat zamanıdır, birlik beraberlik zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Ferdî şahısların dehası, ne kadar harika da olsalar, ehl-i dalaletin cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevî dehâsıyla hücumuna karşı mağlup düşebilir. sözlerini aktardı. ARTIK 'EY BEDİÜZZAMAN'IN TORUNLARI' DİYE SESLENİYORUM Birleşik Arap Emirliklerinden Dubai Hükümeti İlmi Araştırmalar Merkezi Baş Âlimi Kur'ân ve İslâm Bilimleri Enstitüsü Tefsir Profesörü, Profesör Doktor Abdulhakim el Enis, yıllarca Türklere hitap ederken, Ey Fatih'in torunları diye hitap ettiklerini belirterek, Şimdi Bediüzzaman Said Nursi'nin torunları diye hitap ediyoruz dedi. Enis, Bediüzzaman Hazretleri'nin İttihad-ı İslâma verdiği öneme vurgu yaparak, kendisinin yaşasaydı talebelerine en çok bunu öğütleyeceğini anlattı ve sözlerine şöyle devam etti: Ben bu kürsüde Üstad Bediüzzaman'ı şöyle tahayyül ediyorum ve talebelerine hitap ederek şöyle demekte 'Sizler İslâm'ın sesini yükseltecek ve taşıyacaksınız fakat ben bu sesi belki duyamayacağım' Bugün İslâm'ın sesini duymaktayız dünyanın her tarafında. Biliyor musunuz bu sesin ardında ve bu hizmetlerin arkasında ne var? Bunun arkasında, burada söylenen kelimeler var fakat diğer kelimelere benzemiyor. Bunlar nur ile dolu kalpten çıkan kelimelerdir ve muhabbetle yükselen kelimelerdir. RİSALE-İ NUR MİLYONLARA İMAN VE İHLÂS KAZANDIRDI Ankara'nın yıllar önce de Üstad'ın sözleriyle yankılandığını söyleyen Enis, Bugün Ankara aynı kelimeleri, aynı selamlamayı tekrar ediyor. Hatta sadece Ankara değil, bütün Arap başkentleri, bütün İslâm başkentleri ve bütün Avrupa başkentleri de tekrar ediyorlar. ifadesini kullandı. Enis, Risâle-i Nur'un sadece zamanın ihtiyaçlarına değil, ruhların ve kalplerin de ihtiyaçlarına cevap verdiği belirtti. Enis sözlerine şöyle devam etti: Risâle-i Nur milyonlara iman ve ihlâs kazandırmış fakat hala başka milyonlar da bekliyorlar. Ey Risâle-i Nur talebeleri, bu sizin vazifeniz. Ey Risâle-i Nur talebeleri, bu sizin kaderiniz. Üstad'ın diliyle birçok vaadler, müjdeler gelmiş günümüze ve şöyle demiş 'Risâle-i Nur bütün dünyada okunacaktır' Ve bende şunu söylüyorum, bu sözlerin gerçekleşmesi sizin sorumluluğunuz altındadır NEREDE O RİSALE-İ NUR'U MEN EDEN İNSANLAR? 2 ay önce Hindistan Yeni Delhi'de Meyve Risâlesi'ne rastladığını ve o risâlenin hapiste yazıldığını belirten Enis, Biliyorsunuz kayıtlar altında, hapishaneler arkasında, kelepçeler arkasında yazılmıştı bu risâle ve Meyve Risâlesi bütün yeryüzünü kaplamış artık. Bütün sınırlar açılmış, birçok parmaklıklar da kırılmış ve kelepçelerde parçalanmış. Nerede o Risâle-i Nur'u men eden insanlar? Hapisten taa Delhi'ye... İşte Allah'ın iradesi budur. İşte Allah'ın kudreti budur ve bu kudret asla yenilmez. dedi. EY ÜSTADIM, KALK VE HER ŞEHİRDE BİR EVİN OLDUĞUNU GÖR! Enis sözlerine şöyle devam etti: Bir Arap şairi şöyle diyor; 'Ey efendim senin kabrin olmasa da bütün kalplerimiz senin kabrindir sen kalplerimizdesin' Evet ey kıymetli üstadımız gaiplerin emiri ol, gaipten bize liderlik et, ta ki şu isteğimiz sürekli devam etsin ve bu güzel bir söz olarak kıyamete kadar devam etsin. Aynı şekilde burada bulunanların da lideri ol, ta ki senin ektiğin meyvelerin tohumları ortaya çıksın. Nasıl senin ektiğin tohumlar ağaçlar olmuş ve çölleri doldurmuş. Ey Bediüzzaman Üstadımız kalk ve bak torunlarına, senin oğulların yoktu fakat biliyor musun senin milyonlarca evladın var. Bu dünyada senin için bir ev yok idi. İşte ey üstadımız kalk, her şehirde senin bir evin olduğunu gör İSLÂM'IN PARLAYAN GÜNEŞİ TEKRAR DOĞACAKTIR Bediüzzaman Hazretleri'nin bir barış lideri olduğunu vurgulayan Enis, Üstad bize müspet hareketi öğretmiş, bize nasıl barış savaşını yürüteceğimizi göstermiş, çünkü o bir barış lideriydi. Bize şunu söyledi 'Eğer biz ayrılırsak herhangi bir şey yapamayız' Bizde şunu söylüyoruz, ey Üstadımız işte ellerimiz senin ellerinde ve asla ayrılıp parçalanmayacağız ve bütün dünyaya şunu ilan edeceğiz: Bizler bir ümmetiz; Arap olarak, Türk olarak, Kürt olarak. Evet, ey kıymetli Üstadımız, ellerimiz ellerinde bütün dünyaya şunu ilan edeceğiz. Biz fecr-i sadık'ı gerçekleştirmeye geliyoruz. Ve bu vakit yaklaşmıştır ve İslâm'ın parlayan güneşi tekrar doğacaktır. dedi. EY NURSİ'NİN TORUNLARI, KALPLER SİZİ BEKLEMEKTE! Enis, konuşmasında Üstad Bediüzzaman'a seslenerek şöyle devam etti: Ey büyük üstadımız, Allah'ın ismiyle konuştun ve Allah'ın sözünün gerçekleşmesi gerekiyor. Kalk ve şu meyveleri gör. Kadınlar ve erkekler bir tek safta ve onlar İslâm'ın izzetini ve yüceliğini gösteriyorlar ve gece gündüz çalışıyorlar. Ta ki İslâm medeniyeti ortaya çıksın. Sen onlara fiyatın ve neticenin pahalı olduğunu öğretmiştin ve onlara cennetin onları beklediğini. Bunu çok iyi anladılar ve tembelliği bıraktılar. Sana baktılar ve tembelliği ayakların altına aldığını gördüler ve buradan seninle birlikte ayağa kalktılar ve yarın inşallah Allah'ın sözü tamamlanacaktır ve fecr-i sadık doğacaktır. Ve güneş tekrar parlayacaktır. İşte İslâm'ı 500 sene boyunca idare eden bu ülke ve tekrar ona dönüyor, onu görüyoruz. Ey Fatih'in torunları haydi âlemi fetih edin. Ey Üstad Nursi'nin talebeleri, torunları haydi kalpleri fetih edin. Zira kalpler sizleri beklemekte. OSMANLI BÜTÜN ÜLKELERİN LİDERİYDİ Afganistan Müftüsü Habibürrahman Noor Muhammed, Milletlerarası Bediüzzaman Sempozyumu'nun yeryüzündeki bütün Müslümanları bir araya getirmeye vesile olduğunu söyleyerek, Bu kalabalık bize İttihad-ı İslâm'ı ve bu ülke bize Osmanlı'yı, bütün Müslümanların lideri olduğunu hatırlatıyor dedi. Salona Ey hilafetin torunları! Ey ümmeti İslâm'ın torunları! diye seslenen Muhammed, Biz Afganistan Müslümanları olarak sizdeniz ve sizlerle beraberiz. Biz de sizden şunu tekrar bekliyoruz ümmeti tekrar idare edin. Bütün Orta Asya'yı memleketlerimizde zulüm ve fesadı yayan komünist rejimlerden kurtarın. Biz bu ve benzeri sempozyumlara şiddetle ihtiyaç duymaktayız. Bu tür sempozyumlar aramızdaki engelleri kaldırıyor. açıklamasında bulundu. MÜCEDDİD BEDİÜZZAMAN'I HATIRLAYALIM Muhammed sözlerine şöyle devam etti: İstanbul'u fetheden Fatih Sultan Mehmet'i hatırlayalım. Ve Fransa'da tertip edilen bir olayda Peygamberimiz'e yapılan hakareti engelleyen Sultan Süleyman'ı hatırlayalım. Ve aynı şekilde Filistin'in İslâm ülkesi olduğunu ve Yahudilere vermeyeceğini ilan eden II. Abdulhamid Han'ı hatırlayalım. Aynı zamanda müceddid olan Üstad Bediuzzaman Said Nursi'nin hayatını hatırlayalım. Son olarak, hocamız Hayrât Vakfı'nın Başkanı Said Nuri Ertürk Beyefendi'ye çok teşekkür ediyoruz. Aynı şekilde İslâm Dünyası Sivil Toplu Kuruluşları Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Avukat Ali Kurt Bey'e teşekkür ediyorum. Aynı şekilde Hayrât Vakfı Mütevelli Heyeti'nden Bülent Güner Bey'e de teşekkür ediyorum. Aynı şekilde Hayrât Vakfı Ankara temsilcisi Said Yavuz Bey'e de teşekkür ediyorum. Aynı şekilde bize yaptığı iyiliklerden dolayı Hayrât Vakfı Konya temsilcisi Mücteba Yıldız Bey'e de teşekkür ediyorum. Aynı şekilde bizi buraya çağırdığı için Hayrât Vakfı'na teşekkür ediyorum. Allah'ın selamı ve bereketi hepinizin üzerine olsun. 'DOĞRU YERE GELDİNİZ' Hayrât Vakfı temsilcilerinden Muhlis Körpe, Afganistan Müftüsü Habibürrahman Noor Muhammed'in sempozyum günü sabah namazına doğru gördüğü rüyayı şöyle nakletti: Bu sabah bir rüya gördüm. Gökten bir melek ile bembeyaz kıyafetiyle bir insan indi. Karşımda durdu. Ben bu asrın imamıyım, doğru yere geldiniz. Yanlış yere gelmediniz. Bize bir kürsü hediye etti. Memleketinizde bu kürsüye çıkarak buradaki her şeyi anlatın dedi. SİZE MESCİD- İ AKSA'NIN SELAMINI GETİRDİM Konuşmasına 'Mescid-i Aksa'nın selamını getirdim' diye başlayan, Kudüs ve Mescid-i Aksa Muhafızı, 48 Toprakları İslâmi Hareket Lideri Şeyh Raid Salah, Üstad Bediüzzaman'ın davet ettiği, Risâle-i Nur Külliyatı içinde zikrettiği İttihad-ı İslâm üzerine, onun zikrettiği manalara göre Hazreti Bilal, Hazreti Ömer Kudüs'ü fethettiğinde Allahu Teâlâ ona ikram etmiştir ve o ezanı orada yükseltmiştir. Şimdi Mescid-i Aksa İsrail istilası altındadır. Ve benim temennim şudur ki; yeryüzündeki herhangi bir Müslüman, yakın bir zamanda Cenab-ı Hakk ona şunu ikram edecektir: Cenab-ı Hakk Kudüs'ü özgürleştirdikten, hür kıldıktan sonra orada ezanı yükseltecektir. temennisinde bulundu. MESCİD-İ AKSA'NIN BAHÇESİNDE HAYRÂT VAKFI'NIN ŞUBESİNİ KURACAĞIZ İNŞALLAH Kudüs'ün, İttihad-ı İslâm açısından önemli bir yeri olduğunu vurgulayan Salah, şöyle devam etti: Gençler size şunu hatırlatıyorum. Müslümanların vahdetine yapılan çağrı ve davet Kur'ân-ı Kerim'de ve sünnette farz kılınmıştır. Ve bunu Üstad Bediüzzaman bize kadar taşımıştır. Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun. Bir ümit olarak eskiden olduğumuz gibi bir ceset olmayı ümit ediyoruz. Bir ceset olmamamız bu günlerde ne mana ifade eder? İşte bunun manası Kudüs-ü Şerif'in kerameti, yüceliği, Mekke-i Mükerreme'nin bir kerametinin parçası olması demektir; Medine-i Münevvere'nin bir kerametinin parçası olması demektir, İstanbul'un yüceliğinin, kerametinin bir parçası olması demektir. Mescid-i Aksa'nın Kabe'nin bir kerametinin olması demektir; Mescid-i Nebevi'nin bir kerameti olması demektir, yeryüzünde bütün Müslüman mescidlerinin kerametinin bir parçası olması demektir. Ey muhterem katılımcılar! Risâle-i Nur vasıtasıyla size şunu haykırıyorum: Bediüzzaman Hazretleri'nin haykırdığı gibi, ey Âlem-i İslâm'ın Müslümanları birleşiniz! ey âlemin Müslümanları birleşiniz! Kudüs sizi çağırmakta, Mescid-i Aksa sizi çağırmakta! Ve ben burada son sözümü söylüyorum, şuan burada bizimle oturan gençlere şunu tavsiye ediyorum: Evlerine döndükleri zaman şunu desinler. 'Sizlere veda ediyorum ey babam! Veda ediyorum ey annem! Ey kardeşlerim veda size! Hoşçakalın! Hoşçakalın! Hoşçakalın! Mescid-i Aksa'nın bahçesinde buluşmak üzere!' Son olarak şunu tam olarak biliyorum. İsrail ambargosu ve işgali yakında bitecektir. İsrail işgalinin bitmesinden sonra biz şununla sevineceğiz: Mescid-i Aksa'nın bahçesinde Hayrât Vakfı'nın şubesini kuracağız inşallah. Filistin İslâmi Hareket lideri Şeyh Raid Salah, coşkulu konuşmasıyla dinleyenleri duygulandırdı. Filistin'in bir kurtuluş beklediğini söyleyerek, gençlere şöyle seslendi: Mescid-i Aksa'nın bahçesinde görüşmek üzere ONUN ESERLERİ BÜTÜN DÜNYANIN ÜMİDİ OLDU Açılışta yaptığı konuşmada geçtiğimiz hafta Isparta'da olduğunu söyleyen AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Nur'un filizlendiği güller şehrindeydim. Bu vesileyle Ispartalı Hayrât Vakfı'nın kurucusu 1977'de rahmeti rahmana yürüyen bu hizmetlerin kilometre taşlarından birisi olan merhum Hüsrev Efendi'ye de Allah'tan rahmet diliyorum dedi. Bediüzzaman Hazretleri'nin yıllarca sürgüne gönderildiğini ama onu engelleyemediklerini ifade eden Çelik, Üstad'ı sürgüne gönderdiler. Burdur'a, ardından Barla'ya gönderdiler. O zaman Barla kuş konmaz kervan geçmez bir yerdi. Onu orada adeta tecrid etmek istediler. İnsanlarla irtibatını koparmak istediler. Fakat o Barla'da adeta toprağa atılan bir çınar çekirdeği gibi büyüdü ve dünyanın dört bir yanına dal budak salar hale geldi. Bütün dünyada talebeleri oldu ve onun yazdığı onun Risâle-i Nur eserleri bütün dünyanın ve bütün insanlığın ümidi haline geldi. İşte Ankara'da bu salonu dolduran bu muhteşem kalabalık Bediüzzaman'ın mefkuresinin ve davasının, onun yaydığı nurun her tarafa yayıldığının bir göstergesidir. Bundan dolayı sizleri de bu nura koştuğunuz için, bu güzel hizmete destek verdiğiniz için can-ı gönülden tebrik ediyorum dedi. TEK PARTİ MÜTEDEYYİN İNSANLARI YOK SAYDI Türkiye'de tek parti döneminde mütedeyyin insanların yok sayıldığını hatırlatan Çelik, Tek partinin ceberut yönetimi Bediüzzaman Said Nursi'ye çeşitli yaftalar vurmaya başladı. Hâlbuki o bütün hayatı boyunca ırkçılığı ayaklarının altına almış bir insandı. Osmanlı coğrafyasında Doğu ve Güney Doğu bölgesi haritalarda dâhil Kürdistan diye geçiyordu. Bundan dolayıdır ki, Bediüzzaman Said Nursi, Bitlis'in Hizan ilçesi Nurs köyünde dünyaya geldiği için o zaman soy ismi olmadığı için insanlar nereliyse o şekilde yâd ediliyordu. Konyevî Konyalı demekti, Bursevî Bursalı demekti. Bediüzzaman Said Nursî'ye de Bediüzzaman Said Kürdî dendi. Fakat o hayatının hiçbir döneminde ırkçılığa asla ve asla iltifat etmedi. Bildiğiniz gibi Bediüzzaman Hutbe-yi Şamiye isimli eserinde Arap kardeşlerimize ve Arap dünyasına övgüler yağdırıyor ve onlara şunu söylüyordu, 'Aslınıza dönün İslâmiyet'in kuvvetli ipine sarılın sizi ve İslâm âlemini kurtaracak budur' diye söylüyordu. Bunu söyledi diye Bedîüzzaman Said Nursiye Arapçı denir mi? dedi. İSLÂM ÂLEMİNİN SAADETİ İÇİN HAYATINI HİÇE SAYDI Bediüzzaman'ın ırkçılığa her zaman karşı olduğunu hatırlatan Çelik, O, bütün insanlığın saadeti için yaşamış bir mütefekkirdi. dedi. Çelik, Bediüzzaman Türkçü değildi, Kürtçü değildi, Bediüzzaman Arapçı da değildi. O bir şefkat kahramanıydı, o bütün insanlığın saadeti, bütün İslâm âleminin saadeti için kendi saadetini ve şahsi hayatını hiçe saymış bir büyük mütefekkirdi. Ve bundan dolayıdır gönüllerde yaşıyor. Değerli bir insandı. Nasıl bireysel farklılıklarımız kavga sebebi değilse, kitlesel farklılıklarımız da kavga sebebi değildir. Hepimiz, kendimiz olacağız. Ama ortak paydalarda buluşacağız. Her ırk Allah'ın bir ayetidir. Allah'ın ayetlerini yok etmeye çalışmak, ırkçılığın ta kendisidir. ifadelerini kullandı. KARDEŞLİĞİMİZİ YENİDEN TESİS ETMELİYİZ Bediüzzaman Hazretleri'nin asra hükmettiğini belirten Çelik, Bediüzzaman belki birilerine göre önemli bir adam değildi. Ama Bediüzzaman değerli bir insandı. Onun için asra hükmediyordu. Onun için asrı güzelleştiren insan olarak isimlendirilmiştir. Ve bu gün özellikle bizim Bediüzzaman'ın yol göstericiliğine, ortaya koyduğu prensipler çerçevesinde kardeşliğimizi yeniden tesis etmeye ve teyid etmeye daha çok ihtiyacımız var. dedi. GEÇMİŞLE BAĞIMIZI YENİDEN TESİS EDECEĞİZ Konuşmasına salonu selamlayarak başlayan BBP Genel Başkanı Mustafa Destici ise, Başta Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi olmak üzere, Ahmet Hüsrev Efendi olmak üzere bu hizmete gönül vermiş kalemi ile bugünlere kadar ve bundan sonra da inşallah ebediyete kadar marifet-i Kur'ân'ın yaşanmasına vesile olan tüm gönül dostlarını rahmetle minnetle ve şükranla anıyorum. dedi. BBP Genel Başkanı Mustafa Destici ise Hayrât Vakfı'nın Milli Eğitim Bakanlığı ile imzaladığı Kur'ân ve Osmanlıca kurs protokolüne işaret etti. Bu gelişmeden büyük mutluluk duyduğunu ifade eden Destici, Yarabbi şükürler olsun. Tüm teşkilatlarımıza haber verip bu kurslara katılmalarını istedik dedi. Destici, Yıllardır özlediğimiz, yıllardır hayal ettiğimiz Osmanlıca Türkçesi ile hem Risâlelerin yazılması, hem geçmişimizle bağımızın yeniden tesis edilmesi adına büyük bir hizmet. Bunu tabii ki desteklemek, takdir etmek, yanında olmaktan başka bize yapacak bir şey düşmez. Hemen bir basın toplantısı ile bunu kendi internet sitemizde yayınladık ve bütün teşkilatlarımıza bu hayırlı hizmete katılmalarını ve katkı sağlamaları talimatını gönderdik. dedi. Destici, Bediüzzaman'ın dediği gibi İttihad-ı İslâm Kur'ân'ın irşadı, akıl ve kalbin birliği ile tesis edilebilir şeklinde konuştu. KUR'ÂN'A ÖMRÜNÜ ADAYANLARA SELAM OLSUN İslâm dünyasının sömürülen birçok ülkesi olduğunu söyleyen Destici, Ancak İttihad-ı İslâm ile yani Müslümanların birliği ile geçilebilir. Bizim bildiğimiz bir şeyler var. Bediüzzaman'ın sözüyle tarifiyle anlatımıyla İttihad-ı İslâm Kur'ân-ı Kerim'in talimi, marifeti, işareti, akıl ve kalbin birliği ile ancak tesis edilebilir. Bu toplantının hayırlara vesile olacağına emin olmuş, inanmış bir kardeşinizim. İnşallah daha büyük hayırlara vesile olur diye ümit ediyorum. Kur'ân-ı Kerim'i okuyanlara ve öğretenlere, okutanlara, onun irşadı için ömrünü harcayanlara selam olsun. Rabbim onları yüceltsin. Toplantımızın hayırlara vesile olmasını Allah'tan niyaz ediyorum. dedi. RİSALE-İ NUR'LAR YILLARCA BASKI ALTINDA YAZILDI Fas Hareke-i Tevhid ve Islah Kuruluşu Başkanı Muhammed Hamdavi, Milletlerarası Bediüzzaman Sempozyumu'nun İslâm âleminde birçok âlimi mütefekkiri bir araya getirdiğini belirterek, sempozyuma katılmanın kendisi için gurur ve sevinç kaynağı olduğunu belirtti. Fas'dan selam getirdiğini belirterek, bütün Fas halkının Türkiye'ye tevhid hareketinde dua ettiğini ifade etti. Yaşanılan zamanların bir tarihi dönüm noktası olduğunu vurgulayan Hamdavi, sözlerine şöyle devam etti: Cenab-ı Hakk buyuruyor, 'Asra yemin olsun ki insan ziyandadır, ancak iman edip salih amel işleyenler ve hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna' Risâle-i Nur'un yazılması baskı altında tutuluyordu ve onun yazısı yasak idi. İşte bu işaret, Enfâl Suresi'nde gelen bazı ayetleri bize hatırlatıyor. Ve bu dönemi her zaman hatırlamamız gerekiyor. Ve biliyorum ki aramızda bulunanlardan bazıları o zorlu yılları yaşamışlardır. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır, 'Öyle bir zamanı hatırlayın ki, siz az ve zayıf idiniz. Yeryüzünde az idiniz ve korkuyor idiniz. Ve size o yardım etti ve sizi yardımı ile destekledi ve sizi güzel şeylerle rızıklandırdı. Umulur ki şükür edersiniz.' RİSALE-İ NUR'UN ESASLARINA SADIK KALMALIYIZ Risâle-i Nur'un bir zamanlar yazılmasının yasak olduğu yıllardan geçildiğini hatırlatan Hamdavi, salondaki kalabalığa işaret ederek, Bu kalabalık Risâle-i Nur'ların hiçbir şeyden korkmadan okunması ve yazılmasıyla oluştu. Bu nimete şükretmek için Risâle-i Nurlar'ın esaslarına sadık kalmalıyız açıklamasında bulundu. Bütün Müslüman toplumlarında Allah'ı anlatanların çeşitli sıkıntı ve işkencelere maruz kaldığını ifade eden Hamdavi, Ülkelerinde zorluklar çıkarıp tuğyana sebep olanlar ve fesada sebep olanlara Allah'ın azabı gelecektir. Senin Rabbin o günleri gözetendir. Yeryüzünde fesad ve tuğyan çıkarıp, orada fesadı çoğaltanlar var ya fakat yazıklar olsun yazıklar olsun. Bu tuğyan bu zulüm asla devam etmeyecek. Çünkü sizin rabbiniz gözetleyendir. dedi. SEMPOZYUM İSLÂM'IN DİRENİŞİNE BİR NUR OLACAK Endonezya Mathla'ul Anwar Yür. Kur. Bşk. Ahmed Saydeli Kerim, Endonezya'dan selam getirdiğini söyleyerek başladığı konuşmasında, Milletlerarası Bediüzzaman Sempozyumu'nun İslâm'ın direnişi yolunda bir nur olacağını ümit ettiğini belirtti. Sempozyumun çok önemli bir işlevi yerine getirdiğini ifade eden Kerim, Resulullah (sav) 'müslim ve diğer müslimler bina gibidir. Bir birini destekleyen unsurlardır onlar.' buyuruyor. İnşallah bu toplanmamız Allah katında bir ibadet sayılacaktır. Ve umarız ki tüm Müslümanlar birleşirlerse, herhangi bir düşman önlerinde duramayacaktır. Çünkü İslâm'ın birliği tıpkı cereyan olan sel gibidir. Önünde hiçbir şey duramayacaktır. dedi. OSMANLI ESERLERİ DİRENİŞ RUHUMUZU YÜKSELTTİ Hayrât Vakfı'na teşekkürlerini ileten Kerim, vakfın Türkiye'deki Osmanlı eserlerini görmelerine vesile olduğunu ve bu gezinin direniş ruhlarını yükselttiğini ifade etti. Sempozyumun İttihad-ı İslâm adına önemli bir adım attığını vurgulayan Kerim, şöyle devam etti: Hayrât Vakfı'nın Endonezya'daki çalışmaları Endonezya Müslümanlarının gelişmesine katkıda bulunacaktır. Diğer Müslüman liderleri ile buraya geldim. İnşallah gelecekte beraber de geleceğiz. Çok teşekkür ederim. BEDİÜZZAMAN GÜNÜMÜZE IŞIK OLMUŞTUR Kazakistan Darul Erkam Vakfı Başkanı Maccanov Halilullah, Kazakistan halkından selam getirdiğini belirterek başladığı konuşmasına şöyle devam etti: İmam Buhari, İmam Semerkandi, İmam Maturidi, İmam Nakşibendi, Ahmed Yesevi, Farabi gibi âlimlerin çıktığı ata yurtlarından, bütün Müslüman kardeşlerinizden çok selamlar, saygılar ve dualar getirdim. Şimdi bugün buralara Mevlana, Yunus, Hacı Bayram Veli, Bediüzzaman topraklarına davet eden öncülerine Kazakistan halkı adına çok minnettarız. Yurt içinde ve yurt dışında yaptığınız çalışmaları saygıyla ve sevgiyle izliyoruz. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin Osmanlı'da yetişen en büyük âlimlerden olduğunu vurgulayan Halilullah, O kendi zamana ve günümüze ışık olmuştur. Onun eserleri halen yeniliğini koruyor. Onun talebeleri ve eserleri sayesinde İslâm denizleri kıtaları aşmış, dünyanın her yerine ulaşmıştır. Günümüzde dünyanın her yerinde Said Nursi'yi tanıyan insanlar ve onun takipçileri vardır. İnanıyoruz ki Kazakistan'ın birçok şehrinde nur medreseleri açılacak ve gelecek aydınlar âlimler nurlardan istifade edeceklerdir. sözlerine ekledi. KAZAKİSTAN'IN HER TARAFINA NUR MEDRESELERİ AÇMAK İSTİYORUZ Gelecekte Said Nursi Hazretleri'nin bütün kitaplarını Kazakça ve Rusça'ya tercüme etmek istediklerini söyleyen Risâle-i Nur'ların Kazakistan'da tekrar bir İslâm kaynağı çıkacağını umduğunu belirtti. Orta Asya halkının uzun yıllar ateizm ve komünizmin etkisinde kaldığını ifade eden Halilullah, Halkımız Sovyet idaresinde cahilleştirildi. Herkes kilise yaptı; İnciller dağıttı, evlerde sokaklarda, parklarda kimi kömür, kimi ilaç kimi erzak dağıtarak Müslümanları kandırdı. Bunun için biz Kazakistan'ın her tarafına Risâle-i Nur medreseleri açmak istiyoruz. Bu kitaplar tercüme edilse inşallah İslâm ülkemizde tekrar yayılacaktır. Zafer İslâm'ındır. İnşallah birlik ve beraberlikle bu yolda hizmet edenleri Allah Firdevs cennetinde oturtsun dedi. İTTİHADI BİZE ALLAH EMREDİYOR Bediüzzaman Said Nursi'nin eserlerinin bütün dünyada meyvelerini verdiğini söyleyerek söze başlayan Sudan Ulusal Kongre Partisi Gençlik Kolları Başkanı Abdulmün'im es-Sünni, attığı tohumların köklerinin her yerde sabit olduğunu belirtti. İttihad-ı İslâm'ın Allah'ın bütün müslümanlara emrettiği bir kavram olduğunu ifade eden Es-Sünni, Peygamber Efendimiz (asm) İttihad-ı İslâm noktasında ameli ittihadı örnekler göstermiştir. Bu sempozyumdan birlik olarak çıkmalıyız. Kalpler noktasında birlik olarak çıkalım inşallah. açıklamasında bulundu. Hayrât Vakfı'nın Milli Eğitim Bakanlığı ile imzaladığı Osmanlı Türkçesi kursları protokolüne çok sevindiğini anlatan Es-Sünni, Sudan'da güzel çalışmaların önünün açıldığını ifade etti. BİZ ALLAH'IN SÖZÜNE İMAN EDİYORUZ İslâm daveti için çalışmalar yaptıklarını belirten Es-Sünni, Engellerimizin çok olmasına rağmen bize her türlü engeli çıkarmaya çalışanlar. Bize iktisadi bir ambargo uygulamaya çalıştılar. Ta ki bu konudan bu mevzudan ayrılalım diye. Fakat biz onlara şunu söyledik. 'Biz Allah'ın sözüne iman ediyoruz.' Onlar bize 'Sizler mallarınızı Allah yolunda harcamayın yoksa onlar gidecektir.' dediler. Oysa biz 'Kur'ân'ın hazineleri Allahın elindedir' dedik. Ve İslâm ümmeti ittihat edecektir. Ve Allah galiptir. Allah nurunu tamamlayacaktır. Kâfirler bundan hoşlanmasa da. Ve bize her türlü engeli çıkarmaya çalışsalar da bizim Allaha olan imanımız tamdır ve bu noktada başarıya ulaşacağız Ve sözümü tamamlıyorum. Üzülmeyin eğer inanıyorsanız sizler üstünsünüz. dedi. HAYRÂT NEŞRİYAT'A MÜTEŞEKKİRİZ WADAH Başkan Yardımcısı, İDSB Malezya Temsilcisi Ahmed Azam Abdurrahman, sempozyumu düzenleyen herkese şükranlarını sunarak başladığı konuşmasında Hucurat Suresi'ni hatırlatarak devam etti: 10. ayette Allah-u Teâlâ Hazretlerinin, 'Müminler ancak kardeştirler, öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete eresiniz.' diye açıkça ifade ettiği İslâm kardeşliğinin ruhunun bir neticesidir. Ve ittihad-ı İslâm ruhunun bir neticesidir ki, beş yıl boyunca her yıl bu çok mühim ve muazzam Bediüzzaman Said Nursi Sempozyumu'nda buluşmak bizlere nasip oldu. Bu vesile ile böylesine mühim bir organizasyonu düzenleyen ve dünyanın dört bir yanında Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'ni ve en büyük eseri olan Risâle-i Nur'u tanıtıp neşreden Hayrât Vakfı'na teşekkürlerimi takdim etmek istiyorum. ZAMAN İLERLEDİKÇE RİSALE-İ NUR'A OLAN İHTİYAÇ ZİYADELEŞİYOR Bediüzzaman Hazretleri'nin Hutbe-i Şamiye'deki fikirlerini hatırlatan Azam, Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Müslüman milletlerin Amerika Birleşik Devletleri gibi birleşeceklerini ve yeryüzünün yarısına hâkim bir İslâmi birlik kurmakta başarılı olacaklarını haber vermektedir. Bununla beraber, bizi şu kuvvetli ifade ve tavsiyelerle uyarmıştır: 'Bu sözlerimle sizi siyaset ile meşgul olmaya teşvik ediyorum zannetmeyin, Allah muhafaza, hakaik-i İslâmiye bütün siyasetlerin fevkindedir. Bütün siyasetler ona hizmet etmelidir fakat hiçbir siyaset İslâm'ı kendine alet edemez.' Ve son olarak niyazım odur ki; Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin muazzam bir eseri olan Risâle-i Nur, muhtelif dillere tercüme edilerek ve dünya genelinde ihtiyacı olan yerlerde daha fazla medreseler açıp vakıf hizmetlerini temin ederek tüm dünyadaki gençlerin istifadesine sunulsun. Şu zamanda karşılaştığımız siyasi geçiş döneminde yapılması gereken en önemli iş, imanlarımızı kurtarmak ve kuvvetlendirmektir. Zaman ilerledikçe Risâle-i Nur'a olan ihtiyaç ziyadeleşmektedir. Ondan öğrendiğimiz dersler, ümmetin izzetini ve şerefini tekrardan elde etmek yolunda geçirdiğimiz bu zulümatlı merhalelerde bize yol gösterecek nurumuz olmalıdır. diyerek sözlerini tamamladı. BU SEMPOZYUM İSLÂM ÜMMETİNİN ÇABASIDIR Bangladeş SAWAB Başkanı Şeyh Muhammed Raşedüzzaman, böyle bir sempozyumda yer almaktan gurur duyduğunu belirterek başladığı konuşmasında, Milletlerarası Bediüzzaman sempozyumunun İslâm tarihinde önemli bir başlangıç oluşturacağına işaret etti. Bu sempozyum İslâm ümmetinin birleşmesi yolundaki müthiş bir çabanın neticesidir. diyen Raşedüzzaman, Hayrât Vakfı'nın İslâm dünyasında yıllardır çok kıymetli hizmetlerde bulunduğunu ifade etti. Reşidüzzaman, İslâmdan ve Kur'ândan uzaklaşılırsa birlik ve beraberliğin azalacağını söyleyerek, sempozyumdaki kalabalığa işaret etti ve Bu kalabalık, bu birlik imanımızın ve İslâm'ın bir göstergesidir dedi. RİSALE-İ NUR, BU ASIRDA YENİ BİR ÇAĞ AÇTI Raşedüzzaman konuşmasını şöyle sürdürdü: İslâm birliğini tehdit eden ve önünde engel oluşturan şeylerden birisi de kötü insanlar tarafından İslâm'ın aleyhinde yapılan kötü propagandalardır. Bu bağlamda ve ittihad-ı İslâm arifesinde Bediüzzaman Said Nursi; bir İslâm âlimi olarak, bir düşünce adamı olarak, bir müceddid olarak, büyük bir yazar ve mücahit olarak büyük bir rol oynamıştır ve vazifesini bihakkın yerine getirmiştir. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri; gerek öğretileriyle, gerek Müslüman gençleri, gerekse yetişkinleri heyecana getirdiği gibi bütün Müslümanları İslâm davasında tetikledi ve hilafetin gelmesinde de bir enerji kaynağı olacaktır. Risâle-i Nur bu asırda yeni bir başlangıç ve yeni bir çağ açmıştır. Gerek öğrettikleri gerekse yetiştirdiği insanlardan anlıyoruz ki Risâle-i Nur bu asırda İslâm medeniyetinin yeniden kurulmasında, bu asır yeni bir başlangıç olacaktır. Bu yüz den Hayrât vakfına tekrar tekrar teşekkür ediyorum. OMUZLARINIZDA BÜYÜK BİR MESULİYET VAR Kapanış konuşmasını Hayrât Vakfı Hayrât Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Bülent Güner yaptı. Konuşmasında omzumuzda büyük bir sorumluluk olduğunu vurgulayan Güner, Bizler tevhid dininin mensupları olarak sadece kendimizi değil, bütün Müslüman kardeşlerimizi de düşünmek zorundayız. Bunun için elbette her birimize önce İslâm'a hizmet heyecanıyla coşan canlı bir ruh lazım. Hayatımızın en önemli gayesi yapacağımız inanç ve şuur lazım. Ve İslâm âleminin gençleri, salonu dolduran genç kardeşlerimiz! Sizler bütün Müslümanların ortak değeri olan İslâm medeniyetine sahip çıkan bir gençliksiniz. Sizin de omuzlarınızda büyük bir mesuliyet var. İttihad-ı İslâm noktasında nesl-i cedid olarak sizin yapacağınız çalışmalar inşaallah bu ümmetin geleceğini kurtaracaktır. dedi. MÜJDELİ RÜYALAR Ben çocuklarımın biraz da küçük olması nedeniyle sempozyuma katılamamıştım. Eşim katıldı. Güzel ve istifadeli bir programın ardından eşim sempozyumun ertesi günü sabah namazı vaktinde eve geldi. Elinde sempozyumda dağıtılan 19. Mektub (Mucizat-ı Ahmediye), 19. Söz (Risalet-i Ahmediye) vs risalelerin de olduğu eseri getirmişti. Beraber içine baktık. Hayretle o güzel eseri inceledik. Sabah namazlarımızı eda ettik ve istirahate çekildik. Ben rüyamda eşimle beraber evimizde iken Hz. Aişe (ra) ve Hz. Sevde (ra) başta olmak üzere hanım sahabelerin evimize misafir olduklarını görüyorum. Ben ve eşim sempozyumda dağıtılan eseri inceliyoruz ve okuyoruz. Fakat eser öyle bir halde ki Kur'an ile iç içe geçmiş. Yani Kur'an'ın bir cüz'ü gibi. Sağ tarafında Kur'an harfleri solda ise risaleler. Hz. Aişe (ra) eseri benden istiyor ve o da hayretle inceliyor ve eseri okumaya başlıyor. Okurken mübarek ağızlarından yaldızlı yıldızlar çıkıyor. Daha sonra Hz. Sevde (ra) alıyor. O da hayretler içersinde inceliyor ve okuyor. Ve diyor ki Evet biz bunları aynen gördük tasdik ediyoruz, fakat ben bu hakikatleri Kur'anda okumuştum bu tarzını ilk defa görüyorum, tamamen doğru mealinde ifadeler kullanıyor. Biz ve oradakiler bunun üzerine duygulanıyor ve ağlamaya başlıyoruz. Fakat bu gördüklerim rüya içinde bir rüya imiş. O ikinci rüyadan uyanınca eşimle beraber bu rüyayı insanlara anlatmaya başlıyoruz. Cenab-ı Hak bu mübarek zatlara karşı bizleri mahcup etmesin. Risale-i Nur hakikatlerini anlamayı, yaşamayı ve diğer insanlara da anlatmayı bizlere nasip eylesin. Amin Rukiye ER / Denizli RÜYA İÇİNDE RÜYA Bu rüyayı hanımlar medresesinden bir talebe kardeşimiz 2012'nin şubat ayında görmüş. Rüyasında başlarındaki ablaları, kız talebelerin bulunduğu bir topluluğa Kızlar, ben bu gece rüyamda Husrev Efendi üstadımızı gördüm. Bana dedi ki; Ispartadaki büyüklerinize söyleyin, beni buradan çıkarsınlar, Ankara'da mübarek zatlar var. Beni oradaki evliyaların yanına gömsünler. O esnada rüyayı gören talebe kardeşimizin aklına asıl kabrin Isparta'da olduğu geliyor. Ablaları Ben bunu hocamıza söyleyeyim, hocamız ne buyurur acaba? diyor. Rüyada Hocamıza söylediklerinde ise, Hemen yapalım cevabını alıyorlar. Sonra Hocamız ve abiler bedeni kabrinden çıkarıyorlar ve Ankara'ya geçiriyorlar. Rüyadaki kızlar Husrev Üstadımızın şehid olduğunu düşündüklerinden bedeninin kabrinden nasıl çıkacağını merak ediyorlarmış. Bu merakları üzerine ablaları kendisine definden sonra gelen haberi onlara aktarıyor. Kefeni bembeyazmış. Bedeni hiç bozulmamış, sanki yeni gömülmüş gibi bedeni sıcacıkmış. NOT: Bu rüyayı gören kardeşimiz Şubat ayında Almanya'dan gelen kız talebelerle yaptıkları kış çalışmasında, Husrev Üstadımızın hizmetlerinin de anlatıldığı bir günün etkisinde kalarak bu rüyayı görmüş olabileceğini söylüyor.

بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ İslam dünyasının ve güzel yurdumuzun birçok köşesinden gelerek, Hayrât Vakfı'nın mutad olarak tertib ettiği 5. Milletler Arası Bediüzzamanve Risale-i Nur Sempozyumunu teşrif eden muhterem efendim, kıymetli protokol ve ricalen nisaen iştirak eden muhterem hazirun, sevgili kardeşlerimiz! Hoş geldiniz, safalar getirdiniz, ehlen ve sehlen, wellcome! Altı asır boyun caittihad-ı İslam'a önderlik yapmış ve bugün için üzerinde irili ufaklı elliyi aşkın ülke bulunan muazzam bir coğrafyada dünya İslam birliğini tesis etmiş Devlet-i Aliye-i Osmaniyenin mirasçısı olan şu mübarek toprakların başkentinde, Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'nin manevi huzurunda bu seneki sempozyumumuzun konusu, inşallah ittihad-ı İslam olacak. Bugün burada İslam dünyasının farklı merkezlerinden gelen ve İslam birliğini temsil eden kıymetli konuşmacı kardeşlerimizin ittihad-ı İslam noktasında sunacakları kıymetli tebliğlerini dinleyeceğiz. Peygamber Efendimiz الله وتریحبالوترإِنَّ buyurdular. Allah birdir, biri sever. Bizler tevhid dininin, birlik esası üzerine kurulu vahdet dininin mensubları olarak kalu belada beraber idik, bir idik; burada da bu eksende elhamdülillah beraberiz. Vahid-i Ehad olan Rabbimizden niyaz ediyoruz ki inşallah ebedülabad memleketlerinde, karşılıklı cennet koltuklarında da bizleri beraber kılsın, bizi birbirimizden ayırmasın. Allah bizleri Hz Âdem ile Havva validemizden, bir ana babadan yarattı. Sonra birbirimizle tanışıp kaynaşalım diye bizleri kabile kabile kıldı. Bizi farklı farklı yarattı, farklı yerlerde, farklı dillerde, farklı renklerde, farklı zamanlarda yarattı ama, kitabımızı bir kıldı, kıblemizi bir kıldı, peygamberimizi bir kıldı, bizi birbirimize kardeş kıldı. İnsan nisyana müpteladır, çabuk unutur. Bir olan Rabbimiz unutmayalım, aldanmayalım diye bizlere kitabında "Bütün müminler kardeştir" dedi, bizim kardeş olduğumuzu vurguladı. Allah bizlere âlemlere rahmet Habibini gönderdi. Bizleri o kutlu peygambere ümmet eyledi. O ahir zaman peygamberi, bizim için "Sizler tek bir ümmet, tek bir milletsiniz" dedi. Onun ashabı o güneşin etrafında birer yıldız oldular, tek vücud oldular. Allah onların arasındaki birlik ve beraberlikten razı oldu, tüm insanlık âlemine model olmuş o mübarek insanları kitabında överek "Onlar kardeşlik hukukunda öyle bir noktada idiler ki, kendileri muhtaç olduğu halde kardeşlerinin nefsini kendi nefislerine tercih ederlerdi" buyurdu. Onlar bir vücudun azaları gibiydiler. Biri rahatsız olduğunda diğerlerini de uykusuzluk ve ateş basardı. İçlerinden birine yapılan haksızlığı kendilerine yapılmış sayarlardı. Onlar bir binanın omuz omuza, birbirine kuvvet veren taşları gibiydiler. İttihad-ı İslamı en evvel onlar bize ders verdiler. Allah için hicret ettiler, muhacir oldular. Allah için hicret eden kardeşlerine kucak açtılar, Ensar oldular. Bizlere en güzel numune oldular. Cenab-ı Hak bu istikamette hepimize Al-i İmran suresinde şöyle emir buyurdu: "Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin." "Allah'ın size olan nimetini hatırlayın." "Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz." "Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de o sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz" Cenab-ı Hak, o kutlu asırdan sonra bu ümmet-i merhume doğru yoldan ayrılmasın, ateş çukurlarına düşmesin diye onlara her asırda imamlar, müceddidler gönderdi. İmam-ı Gazaliler, Abdülkadir Geylaniler, Mevlanalar, Şah-ı Nakşibendiler, İmam-ı Rabbaniler ve emsali emsalsiz kahramanlar hep Allah'ın ayetlerini bizlere apaçık bildiren birer delil oldular. Tertib-i mahlukatta tesadüf yoktur. O imamların hiçbiri bulundukları asırda tesadüfen dünyaya gelmediler. Rabbimiz bizlere de bu fitne-i ahir zamanda bir imam gönderdi: Bediüzzaman Hazretlerini gönderdi. Asrın imamı, mübarek üstadımız, önceki selefleri gibi, bütün hayatını Kur'an ve iman hakikatlerine hizmet etmeye, ittihad-ı İslâm dairesinde Müslümanların dünya ve ahiret saadetlerini temin etmeye sarfetti. O şöyle diyordu: "Bu asırda dehşetli tahrib edici cereyanlara karşı, ancak ve ancak hakikat-ı Kur'âniye etrafında kenetlenmiş ittihad-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri türlü dinsizlik tehlikelerinden kurtarmağa vesile olacak, İslam topraklarını yabancıların istilasından ve İslam milletini anarşilikten kurtaracak yalnız ittihad-ı İslâmdır, dünya İslam birliğidir." "Bu zaman, ehl-i hakîkat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil, cemaat zamanıdır, birlik beraberlik zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Ferdî şahısların dehası, ne kadar harika da olsalar, ehl-i dalaletin cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevî dehâsıyla hücumuna karşı mağlup düşebilir." Velâyetin kerameti olduğu gibi, samimi niyetin dahi kerameti olduğunu nazara veren Üstad Bediüzzaman Hazretleri, "Bâhusus, Lillâh için olan uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde, ciddî, samimî tesanüdün çok kerametleri olabilir. Hattâ şöyle bir cemaatin şahs-ı mânevîsi, bir veliy-yi kâmil hükmüne geçebilir, inâyâta mazhar olur" diyordu. Hz Ömer Efendimiz'den rivayet edildiği üzere Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde bu birlik ve beraberlik noktasında bizlere şöyle buyurdular: "Allah'ın kulları arasında bir topluluk vardır ki, onlar ne peygamberdir, ne de şehittirler. Ama kıyamet günü Allah katındaki makamlarının yüceliği sebebiyle peygamberler de, şehidler de onlara gıpta ederler." Orada bulunanlar sordular: "Ey Allah'ın Resulü! Onlar kimdir, bize haber ver!" Asm Efendimiz şöyle cevap buyurdular: "Onlar aralarında ne bir kan bağı, ne de birbirlerine bağışladıkları bir mal olmadığı halde, Allah'ın ruhu (Kur'an) adına birbirlerini sevenlerdir. Allah'a yemin ederim, onların yüzleri mutlaka nurdur. Onlar bir nur üzeredirler. Herkes korkarken, onlar korkmazlar. İnsanlar üzülürken, onlar üzülmezler." Ve şu ayeti okudu: "Dikkat ediniz! Allah'ın öyle dostları vardır ki, onlar içinbir korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar." İşte bu nurlu yolda Allah için kardeşliği, "haliliye" mesleğini hizmetine esas tutan ve hayatı boyunca korkuyla hiç tanışmayan Bediüzzaman Hazretleri nur yüzlü kardeşlerine şöyle diyordu: "Hayat, birlik ve beraberliktedir. Biz Müslümanlar, tevhid ehliyiz. Ama tevhidle mükellef olduğumuz gibi, aramızdaki birliği tesis edecek muhabbet-i milliye ile de vazifeliyiz. Eğer ille de milliyet lazım ise, bize İslâmiyet kâfidir" Büyüklerimizin bize bir emaneti olan Hayrât Vakfı işte tam bu istikamette, kardeşlik ruhuyla gerek Türkiye'de gerekse İslam dünyasının birçok köşesinde ciddi çalışmalar yapmaktadır. Hayrât Vakfı Türkiyede'ki sivil toplum kuruluşlarını bir çatı altında toplayan Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı'nın kurucularından olduğu gibi, dünya İslam birliği noktasında önemli bir kilometre taşı olan İDSB'nin de kuruluşunda ciddi destekler vermiş ve halen de vermeye devam etmektedir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri esasen küre-i arz sathında teşkilatlanmış ve mensubu olmakla iftihar ettiği ve kuruluşunu, elestbezmine dayanan bir cemiyete benzettiği İslam birliğini bizlere şu mealde tasvir ediyordu: "Tarif ettiğim ve dâhil olduğum ittihad-ı Muhammedî asm'ın tarifi şudur ki: Bu birlik, doğudan batıya, Kuala Lumpur'dan, Jakarta'danta Burkina Faso'ya; güneyden kuzeye, Cape Town'dan, Hartum'danta Kırım'a, ta Astana'ya uzanan ve birbirlerine nuranî bir silsile ile bağlanmış muazzam bir dairedir. Dâhil olanlar bu zamanda birbuçuk milyardan ziyade kardeşlerimizdir. Bu ittihadın birleştiği nokta ve birbirleriyle irtibat ciheti, tevhid-i İlâhîdir, Allahın birliğidir. Üyeleri, "KÃ lu Belâ"dan itibaren bu birliğe dâhil olan bütün mü'minlerdir, üye kayıt defterleri ise Levh-i Mahfuz'dur. Bu birliğin komisyonları ve istişare meclisleri, câmi ve mescidler, medrese ve zikirhanelerdir. Merkezi Haremeyn-i Şerifeyndir. Bu cemiyetin reisi, Fahr-i Âlem (asm) dır. Faaliyet sahası ise, herkes başta kendi nefsiyle mücahede etmek, yani ahlâk-ı Ahmediye (asm) ileahlaklanmak ve sünnet-i Nebeviyeyi ihyâetmek, esas tutmak ve başkalara da muhabbet ve nasihat etmektir. Bu birliğin tüzüğü sünnet-i Nebeviye, anayasası şeriatın emir ve yasaklarıdır. Ve kılıcı da kılıç gibi keskin delillerdir. Zira medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile, zorlamayla değildir. Bu cemiyetin hedef ve maksadı, i'lâ-yıkelimetullah, Allahın kelamını yüceltmektir." Üstad Hazretleri cihan harbi yıllarındabir Tiflis ziyaretinde şehre hâkim San'an tepesinde dikkatle etrafı temaşa ederken, ne yaptığını merak eden bir Rus polisine "Bütün islam dünyasını kucaklayacak medresemin planını yapıyorum" demişti. İttihad-ı İslam'ın dağılmaya yüz tuttuğu o yılların havası içinde, "Heyhat! Şaşarım senin aklına!" diyen Rus polisinin şahsında Bediüzzaman Hazretleri'nin, aslında hepimize, hayatı boyunca hiç sönmeyen bir ümit ve enerjiyle o gün verdiği müjde doğru çıktı ve o kış yılları öyle devam etmedi. İslam dünyasının her köşesinde elhamdülillah bahar çiçekleri açmaya başladı. Bu güzel günler, bize yüz sene evvelinden ta Şam-ı Mubarek'ten Cami-i Emevi minberinden, ta Tiflis'ten Şeyh San'an tepelerinden müjdelenmişti. Asrın imamı "İslam parça parça olmuş" sualine: "Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâm'ın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâmın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâmın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim görüyor. Ve ilâ âhir.." diye cevap vermişti. Şu son asra baktığımızda ipi kopmuş bir tespihin taneleri gibi, her biri bir yana savrulmuş ve dünyanın bir köşesinde tek başına kalmış İslam ülkeleri, hep bu emsal sıkıntılı bir süreçten geçmediler mi? Bugün için İslam İşbirliği Teşkilatına üye 58 İslam ülkesinin hepsiayrı bir cephede, değişik cihetlerden bir nevi ders aldılar. Maddi manevi dualarımız onlarla olsun, bugün zulüm altında inleyen kardeş Suriye başta olmak üzere birçok İslam ülkesi hala o baharı aramıyor mu? Niyaz ediyoruz ki Allah darda olan kardeşlerimizin yardımcısı olsun ve başlarındaki zulmü bir an evvel def etsin. Fakat İslam dünyasındaki şu asilzade evlâtlar, şu fırtınaları atlatıp, şehadetnamelerini aldıklarında, inşallah herbiri bir kıt'a başına geçecek ve muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyet'in bayrağını kemâlât ufuklarında dalgalandırmakla, kader-i Ezelînin nazarında, feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecekler. Elhamdülillah, o güzel günlerin yakın olduğunu görüyoruz. Ve Cenab-ı Haktan niyaz ediyoruz ki ayak seslerini işittiğimiz ittihad-ı İslamı bize en yakın zamanda ihsan buyursun ve bu birliği bizlere pahalıya satmasın. İslam dünyasının başındaki idarecilerin başlarına akıl, kalblerine iman versin. Tevhid dini mensuplarının arasını tevhid etsin. Bizlere ittihad-ı İslam yollarını kolaylaştırsın. Tüm insanlık âlemine bir kez daha asr-ı saadet mutluluğunu ve kardeşliğini yaşamayı ve yaşatmayı bizlere nasip etsin. Şu ümmet-i merhume ve şu beşeriyet, o iklime, o sese ne kadar muhtaç! Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi tekrar selamlıyor ve tekrar hoşgeldiniz diyoruz. Ehlen ve sehlen. Selamet datang. Wellcome. Esselamüaleyküm ve rahmetullah ve berakatüh. * Ali Kurt: İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB) Genel Sekreteri.

Saygıdeğer hocam, sevgili kardeşlerim, kıymetli misafirler; Sempozyuma katılarak bizlere şeref verdiniz. Konuşmalarından istifade ettiğimiz kardeşlerimize ve değerli misafirlerimize ve aziz dinleyicilerimize ayrı ayrı teşekkür ederiz. Allah'a sonsuz şükürler olsun ki beşinci milletlerarası Bediüzzaman sempozyumunu da en güzel bir şekilde idrak ettik. İstifade ettik. Bu birlikteliğimizin ittihad-ı islama bir kilometre taşı olmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyoruz. İnşaallah bizler şu sempozyumdan ayrılırken; İttihad-ı İslam noktasında bizlere düşen görev nedir? Bu kudsi hedef için gerek fert fert, gerekse hep birlikte neler yapabiliriz? Nasıl bir katkımız olabilir düşüncesiyle, dönüyoruz. Bizler tevhid dininin mensupları olarak sadece kendimizi değil, bütün Müslüman kardeşlerimizi de düşünmek zorundayız. Bunun için elbette her birimize önce İslama hizmet heyecanıyla coşan canlı bir ruh lazım. Hayatımızın en önemli gayesi yapacağımız inanç ve şuur lazım. Ve İslam aleminin gençleri, salonu dolduran genç kardeşlerimiz! Sizler bütün Müslümanların ortak değeri olan İslam medeniyetine sahip çıkan bir gençliksiniz. Sizin de omuzlarınızda büyük bir mesuliyet var. İttihad-ı İslam noktasında nesl-i cedid olarak sizin yapacağınız çalışmalar inşaallah bu ümmetin geleceğini kurtaracaktır. Sizler Kur'an'a dayanan, Hüda'ya tabi olan bir gençliksiniz. "Müminler kardeştir" hakikatini iliklerine kadar hisseden, Müslümanların dertleriyle dertlenen bir gençliksiniz. Geçmişten sizlere seslenen üstad "Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-asa bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır" ifadeleriyle İslamın hakikatlerini dünyaya duyuracak sizleri müjdeliyordu. Sevgili peygamberimiz; "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" diyerek komşusunun dertleriyle dertlenmeyi bizlere emrediyor. Bizler dünyanın dört bir yanında bulunan tüm müslüman kardeşlerimizi kendimize kapı komşumuz kadar yakın görüyoruz. Bizler tarih boyunca aynı kaderi paylaştık. Asırlardır beraber güldük, beraber ağladık. Kudüs'ün haçlılar tarafından işgaline beraber üzüldüğümüz gibi, İstanbul'un fethine de hep beraber sevindik. Bugün de aynı hisleri paylaşıyoruz. Suriye'ye, Filistin'e hep beraber üzülüyor, zalimlerin zulmünden kurtulan Müslümanlara hep beraber seviniyoruz. Kıymetli Misafirler; Biz müslümanlar tek bir milletiz. Bir olan Allah'a inanıyoruz. Aynı peygamberi kabul ediyor, aynı kitabı okuyoruz. Aynı kıbleye dönüyor, Vahid-i Ehad olan zat-ı zülcelale ellerimizi açıyoruz. Madem dinimiz bir, kitabımız bir, Malikimiz bir, peygamberimiz birdir. Öyle ise sinelerimiz de birlik olmalı, ayrılık olmamalıdır. Ülkelerimiz arasında çizilen sun'i sınırlar bizim kalplerimizdeki muhabbetin kucaklaşmasına engel olmamalıdır. Doğduğunda "Ümmeti ümmeti" diyen, Kab-ı Kavseynde ümmetini düşünen, mahşer gününün dehşeti içinde "Ümmeti" diyen bir peygamberin tabileri olarak sadece kendimizi düşünemeyiz. Himmetimizi yüksek tutmak mecburiyetindeyiz. İslam dünyasının birliği ve yükselmesi için çalışmak mecburiyetindeyiz. Bediüzzaman Hazretleri; bizim üç büyük düşmanımızın cehalet, zaruret ve ihtilaf" olduğunu söyler. Bugün İslam coğrafyasında şöyle bir tablo özlemekteyiz. Ömrü boyunca kardeşlik dersi veren bir peygamberin ümmeti olarak birlik ve beraberlik içinde olmalıyız. Çalışmayı emreden bir dinin mensupları olarak maddeten terakki içinde olmalıyız. Bütün ilimlerin hazinesi olan bir kitaba iman etmiş olmakla şu ilim ve teknoloji asrında en yüksek seviyede biz olmalıyız. Çünki Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır: Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz. Bu zamanda Allah'ın dinini yüceltmek maddeten terakkiye bağlıdır. Bunun için bir olmalıyız. Beraber olmalıyız ki güçlü olalım. Ayrı ayrı iken mağlup düştüğümüz düşmanlarımıza karşı üç elifin omuz omuza gelmesindeki 111 kıymet ve kuvvetine kavuşalım. Unutmamalıyız ki Allah'ın rahmeti cemaatin üzerindedir. İslam dünyasının birçok köşesinden gelerek bizleri teşrif eden aziz misafirlerimiz! İslam medeniyetinin doğuşunun yakın olduğu bir vakitte ihmalkarane ve lakaydane müsbet bir iş görülemez. Eğer biz İslamiyet'in güzel ahlakını ve imanın hakikatlerini hayatımızla gösterirsek, sair dinlerin tabileri elbette cemaatlerle İslamiyet'e girecekler. Belki küre-i arzın bazı kıt'aları ve devletleri de İslamiyet'e dahil olacaklardır. Öyle ise önce kendimizden başlamalıyız. Çünkü nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Yalandan, ittifakı bozan ihtilaftan, birbirimize düşmanlıktan ve emsali kötü hasletlerden yılandan akrepten çekindiğimiz gibi çekinmeliyiz. Doğruluğa, birlik ve beraberliğe, kardeşliğe dört elle sarılmalıyız. Çünkü Sevgili peygamberimiz şöyle buyurmaktadır; "Nasıl olursanız, öyle idare edilirsiniz." Bizler istikametle yaşarsak emin olunuz ki idarecilerimiz de adaletle vazifelerini yapacaklardır. Sevgili Kardeşlerimiz; Rızay-ı ilahi esas maksadımızdır. Tenkit, kıskançlık en büyük düşmanımızdır. En büyük kuvvetimiz ihlastır. Dünyanın öbür ucundaki bir kardeşimizin muvaffakiyeti iftihar vesilemizdir. Müslüman kardeşlerimizin üzerimizdeki bir hakkı da onları şakirane takdir etmektir. Bugün Hayrât Vakfı olarak bir çok heyecanı birlikte yaşıyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı ile yaptığımız protokol çerçevesinde tüm Türkiye'de Kur'an'ı Kerim ve Osmanlıca kursları hizmetini başlatmış bulunuyoruz. Binlerce kişilik eğitim kadrosuyla bu gün için üçyüz merkezde binlerce kursiyerimiz derslerine başlamış bulunuyor. İlerleyen zamanda dokuzyüz merkezde inşaallah çok daha fazla kişiye ulaşmak için hazırlıklar yapmaktayız. Sözlerimi tamamlarken; üstad Bediüzzamanın bir asır önceden verdiği müjdeyi artık vaktinin geldiği inancıyla birkez daha sizlerle paylaşmak istiyorum: İstikbal yalnız ve yalnız İslamiyet'in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur'ân'iyye ve imaniye olacaktır. Siz değerli misafirlerimiz, ülkenize döndüğünüzde Hayrât Vakfı mensuplarının en kalbi selamlarını götürün ve onlara deyin ki; Sizi görmedikleri halde candan seven kardeşleriniz var. Üzüldüğünüzde üzülen, sevinçlerinize ortak olan kardeşleriniz var. Hepinizi tekrar en kalbi muhabbetlerimizle selamlıyor, İslam dünyasının en yakın zamanda bir binanın taşları hükmünde birlik ve beraberliğe mazhariyetine dua ediyoruz. Allah'a emanet olun. Esselamü Aleyküm ve rahmetullahi ve beraketüh. *Bülent Güner: Hayrât Vakfı Mütevelli Heyeti azası ve Isparta temsilcisi

Ey îman edenler! Sizden evvelkilere farz kılındığı gibi, oruç tutmak (sizin de) üzerinize farz kılındı; tâ ki (günahlardan) sakınasınız. Sayılı günler olarak (oruç size farz kılındı)! Fakat içinizden kim hasta olur veya yolculukta bulunursa, artık (tutamadığı günler) sayısınca başka günler(de oruç tutsun)! Ona gücü yetmeyenlerin üzerine ise, (tutamadıkları her gün için) bir fakirin (bir günlük) yiyeceği kadar fidye (verme borcu) vardır. Buna rağmen kim gönlünden koparak bir hayır işlerse (daha fazla verirse), o takdirde bu, onun için daha hayırlıdır. Bununla beraber bilirseniz, (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Rabbimize hadsiz şükürler olsun ki rahmet mevsimi olan üç aylara bir kez daha girmiş bulunuyoruz. Receb, Şaban derken bu ay sonunda Ramazan'a da inşaallah kavuşacağız. Resul-ü Ekrem Efendimiz (asm)'ın üç aylar girdiğinde yapmaya başladığı "Allahım, Receb ve Şaban'ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan'a ulaştır" duâsına, bizler ümmeti olarak bütün ruh u canımızla âmin diyor ve bu ayların feyiz ve sevaplarıyla bereketlenerek Ramazan'a da ulaşmayı ve tam bir nefis terbiyesiyle âzamî derecede istifade etmeyi Allah'tan diliyoruz. Yüce Rabbimiz Bakara Suresi'nde peş peşe gelen üç âyette orucun farziyetini ve Ramazan'ın Allah katındaki faziletini şöyle ilan etmiştir: "Ey îman edenler! Sizden evvelkilere farz kılındığı gibi, oruç tutmak (sizin de) üzerinize farz kılındı; tâ ki (günahlardan) sakınasınız. Sayılı günler olarak (oruç size farz kılındı)! Fakat içinizden kim hasta olur veya yolculukta bulunursa, artık (tutamadığı günler) sayısınca başka günler(de oruç tutsun)! Ona gücü yetmeyenlerin üzerine ise, (tutamadıkları her gün için) bir fakirin (bir günlük) yiyeceği kadar fidye (verme borcu) vardır. Buna rağmen kim gönlünden koparak bir hayır işlerse (daha fazla verirse), o takdirde bu, onun için daha hayırlıdır. Bununla beraber bilirseniz, (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. (O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki insanlara doğru yolu göstermek ve hidâyet ile Furkan'dan (hak ile bâtılı ayıran hükümlerden) apaçık deliller olmak üzere, Kur'ân onda indirilmiştir. Öyle ise içinizden kim o aya erişirse, artık onda oruç tutsun! Kim de hasta olur veya yolculukta bulunursa, artık (onun üzerine, tutamadığı günler) sayısınca başka günler(de oruç tutma borcu) vardır. Allah size kolaylık ister ve size zorluk istemez. İşte (bütün bunlar) sayıyı tamamlamanız ve sizi hidâyete erdirmesine mukabil (tekbir getirerek) Allah'ı büyük tanımanız içindir; hem tâ ki şükredesiniz."1 Âyette görüldüğü üzere, Ramazan'da mü'minlerin oruca emredilmesinin sebebi Kur'ân'ın o ayda insanlığa bir rahmet olarak indirilmiş olmasıdır. Ramazan ayında tüm İslâm dünyası nurânî bir atmosfer altına girer. Gün boyu Allah için aç ve susuz kalıp nefsin arzularına gem vurarak yalan, gıybet, harama bakmak gibi her türlü günahlardan uzak durarak mübarek âbid kullar vaziyetine bürünerek mü'minler bir nevi melekleşirler. Akşamları iftar dâvetleriyle mü'minler arası muhabbetler tazelenir. Geceleri teravih namazlarıyla, zikir, tesbih ve Kur'ân'la şenlendirilir. Bütün bir Ramazan boyunca hatimler indirilir, mukabelelere iştirak edilir. Kur'ân'ın inişine yakışan mübarek bir ibadet ayı olarak, Ramazan ayını ihya etmeye çalışırlar. Ramazan'ın son yıllarda uzun ve sıcak yaz günlerine denk gelmesi, bir yandan orucun meşakkatini arttırırken, bir yandan da Allah'ın rızası yolunda nisbeten daha büyük meşakkatlere sabretmek; rıza-yı nefis ile buna taraftar olmak, daha büyük ruhânî hazların alınmasına vesile olmaktadır. Akşam iftar ettikten sonra, Allah için girilen bir sabır imtihanından daha zaferle çıkmanın tadını her mü'min kalbinin derinliklerinde hisseder. Fahr-i Âlem (asm) Efendimiz bu mânevî hazza işaretle şöyle buyurmuştur: "Oruçlunun sevinip neşeleneceği iki sevinci vardır: Birisi orucu bozduğu zaman sevinir, öbürüsü de Rabb'ine kavuştuğu zaman orucun mükâfatı ile sevinir."2 ORUCUN FAZİLETİ HAKKINDA BUHARÃ'DE GEÇEN HADİSLER Ramazan orucunun Allah katındaki yüksek fazileti hakkında Resul-ü Ekrem (asm) Efendimiz'in pek çok hadisleri vardır. İslâm dünyasının Kur'ân'dan sonra en muteber kitabı olan Sahih-i Buharî namındaki meşhur hadis kitabında geçen bir kısım hadisleri burada zikretmeyi münâsip görüyoruz. Çünkü mü'minin bu hadis-i şerifleri bilerek tutacağı bir oruca karşı daha büyük bir iştiyak duyacak, nefsinden yaptığı fedakârlığın kıymetini daha iyi idrâk edecek ve tuttuğu oruçtan daha fazla feyiz alacaktır. Fahr-i Âlem (asm) Efendimiz Allahu Teâlâ'nın bir hadis-i kudsîde oruç hakkında şöyle buyurduğunu bildiriyor: "Âdemoğlunun işlediği her hayır iş kendisi içindir, fakat oruç böyle değildir. Oruç sırf Benim için edilen bir ibâdettir. Onun mükâfatım da Ben veririm"3 buyurdu. Oruç tutanın âhiretteki üstünlüğü ve göreceği farklı muamele: "Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan kıyamet gününde yalnız oruç tutanlar girer; ondan oruç tutanlardan başka hiç kimse girmez. (Kıyamet gününde:) Oruç tutanlar nerede? denilir. Oruç tutanlar kalkarlar ve o kapıdan girerler. Onlardan başka hiçbir kimse buradan girmez. Onlar girdiği zaman kapı kapatılır, artık bu kapıdan hiçbir kimse girmez."4 Ramazan'ın fazileti ve rahmet kapılarının açılması: "Ramazan geldiği zaman cennet kapıları açılır."5 "Ramazan ayı girdiği zaman gök kapıları açılır ve cehennem kapıları kapatılır, şeytanlar da zincirlenir."6 "İbn Abbas (ra) şöyle demiştir: Peygamber (asm) hayırda insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman da Ramazan'da Cibril'in kendisine çokça kavuştuğu zamandadır. Cibril aleyhisselâm Ramazan'ın her gecesinde O'nunla buluşur, gündüz geceden sıyrılıp çıkıncaya kadar -veya Ramazan ayı çıkıncaya kadar- Peygamber Kur'ân'ı ona arz ederdi (tamamını okurdu). Cibril, Peygamber'e kavuştuğu zaman da Peygamber hayırda, eserken engele rastlamayan rüzgârdan daha cömert olurdu."7 Kadir Gecesi ve Ramazan ayının günahların bağışlanmasına sebep olması: "Her kim inanarak ve sevabını Allah'tan umarak Kadir Gecesi'nde kalkar, ibâdet ederse, geçmiş günahları mağfiret olunur. Her kim de Ramazan orucunu inanarak ve mükâfatını ancak Allah'tan umarak tutarsa, onun geçmiş günahları mağfiret olunur."8 Orucun kötülükleri terk ederek tutulması zarureti: "Her kim yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırakmazsa, o kimsenin yemesini içmesini bırakmasına Allah'ın hiçbir ihtiyacı yoktur.9" "Oruç bir kalkandır. Herhangi birinizin oruç günü olduğu zaman, artık o kimse kötü söz ve fiil yapmasın, düşmanlık -veya bağırma-da yapmasın. Eğer bir kimse ona söver yahud onunla dövüşürse, derhâl: Ben oruçlu bir kimseyim, desin. Muhammed'in nefsi elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki oruçlu ağzın (açlık) kokusu Allah indinde misk kokusundan daha hoş ve daha temizdir."10 ORUCUN PEK BÜYÜK FAYDALARI Yukarıdaki hadis-i şeriflerde okuduğumuz Ramazan orucunun pek büyük fazilet ve sevapları yanında çok azim faydaları, hikmetleri vardır. Bu faydalar, kişinin nefsinin terbiyesinden, beden sağlığından ta toplumdaki dayanışma ve birlik ruhunun güçlendirilmesine kadar pek çok sahalarda görülmektedir. Üstad Bedîüzzaman, Ramazan Risalesi'nde bu mühim hikmetlerden dokuzunu tâdad etmektedir. Şimdi daha önceki bir yazımızda da ele aldığımız bu hikmetlerin kısa hulasalarına vaktinin gelmesi ve ihtiyacın tekerrür etmesi haysiyetiyle bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. 1- Orucun Rabbimizi ve O'nun kulu olduğumuzu hatırlatması: Gaflet sebebiyle hadsiz nimetlerle rızıklandırıldığını ve Rabbi tarafından terbiye olunduğunu unutan insan, iftar sofrasında beklerken ezan ile gelen "Buyurunuz!" İlahî emriyle o nimetlerin kimin olduğunu ve kendisini nimetlerle terbiye eden Rabbini ve O'nun kulu olduğunu o hâlin ikazıyla hatırlar. 2- Nimetlere şükretmeyi öğretmesi: İnsanda şükür ve minnettarlık duygularını ortaya çıkaran üç şeydir. Birincisi nimetin kıymetini; ikincisi o nimete olan ihtiyacını bilmek; üçüncüsü o nimetlerin başkası tarafından verildiğini görmektir. Orucun verdiği açlık ile kuru bir ekmeğin dahi ne kadar kıymetli olduğunu ve ona ne kadar muhtaç olduğunu ve yemesinin yasaklanıp izne tabi olması ile o nimetler kendisinin değil Allah'ın birer ihsanı olduğunu hissederek hakikî şükrün anahtarını elde eder. 3- Fakir ve aç insanlara karşı şefkat ve yardımı öğretmesi: Açlık ve fakirlik bilmeyen insanlar, açlığın ne demek olduğunu tatmazlarsa fakirlere gereği gibi şefkat ve yardım edemezler. Ramazan ayında en zengin insanların bile tatmak zorunda kaldıkları açlık, fakirlerin acınacak acı hallerini bizzat anlamalarını sağlar. Bu da zengin tabakanın fakirlerin imdadına daha bir şefkatle koşmalarını temin eder. 4- Nefsin serbestlik duygularını kırması: Nefis daima Allah'ın yardımına ve ihsanına, yani O'na bağlı bir kul olmaya muhtaç olduğu halde, bağımsız ve hür olmayı ister, O'nun kulu olduğunu hatırlamak istemez. Oruç vasıtasıyla anlar ki kendisi hiçbir şeyin, hiçbir nimetin, hatta kendinin dahi mâliki değildir. Bilakis Allah'ın mülküdür ve kuludur. Allah izin vermezse ne yiyebilir, ne içebilir. En sıradan bir işi bile müsaadesiz yapamaz, elini suya uzatamaz. 5- İnsana güzel ahlâklar kazandırması: Gafletle aczini ve fakrını unutan, hata ve kusurlarını görmek istemeyen, her an ölüp dağılıverecek bir vücudu olduğunu fark edemeyen insan, Rabbini de âhiretini de gereği gibi düşünemez ve bu sebeble kötü ahlâklar içerisine yuvarlanır. Fakat açlık vasıtasıyla âcizliğini ve fakirliğini fark ederek bütün bu gafletlerden sıyrılan insan, Rabbini hatırlar ve âhiretini düşünür ve onu kazanabilmek için kötü ahlâklardan kaçar ve güzel ahlâkları elde eder. 6- İnsanı Kur'ân'dan âzamî istifâdeye hazırlaması: Ramazan, Kur'ân ayı olduğu için ve Kur'ân'ın en mühim nüzul zamanı olduğundan Ramazan'da bol bol Kur'ân okunarak âzamî istifade etmeye çalışılır. İşte bu ayda tutulan oruçtaki açlık vasıtasıyla melek gibi bir vaziyet alarak Kur'ân'dan en fazla istifade etmenin kapıları açılır. 7- Çok büyük uhrevi kârlar kazandırması: Ramazan Kur'ân ayı olduğundan âdeta İlâhî bir bayram hükmünde olması sebebiyle, rahmet-i İlâhiye tarafından her bir iyilik ve haseneye bu ayda pek çok sevaplar verilir. Her bir hasenenin sevabı, Ramazan'da bine; Kadir Gecesi'nde otuz bine kadar çıkar. Böyle büyük âhiret ticaretlerinin yapıldığı bir ayda insan için en güzel vaziyet, oruç tutmakla nefsanî zevklerden uzaklaşarak bir cihette melekleşip uhrevî bir adam hâlini almaktır. Orucun kazandırdığı ulvî, kudsî duygularla en büyük ve ebedî kazançlar bu ayda elde edilebilir. 8- Beden sağlığına hizmet etmesi: Nefsinin arzularına tabi olarak rast gele yiyip içmek ve midesini gâyet düzensiz ve sık aralıklarla çalıştırmak tıbben pek çok hastalıkların sebebidir. Bir ay boyunca yapılan bir perhiz hükmünde olan oruçla midesini dinlendiren insan, beden sağlığı için mühim bir tedavi dönemine girmiş olur. Oruçla nefsini kontrol etmeye ve onun hevaî arzularını dinlememeye alışan bir kimse, başka zamanlarda da midesini sıhhate daha elverişli şekillerde kullanmaya muvaffak olur. Abur cuburdan ve vakitli vakitsiz yemekten kurtulur. 9- Nefsin firavunluğunu kırması: Nefis âdeta firavun gibi Rabbini tanımak istemez. Kendini müstakil bir Rab gibi görür. Açlıktan başka hiçbir ceza nefisteki bu firavunluk hissini kıramaz. Nefsin firavunluk damarını kıracak ve onu rablik dâvâsından vaz geçirecek tek ilacın açlık olduğunu beyan eden bir hadis-i şerifte Resul-ü Ekrem (asm) şöyle buyurmuştur "Cenâb-ı Hak nefse demiş ki "Ben neyim, sen nesin?" Nefis demiş "Ben benim, Sen Sensin!" Azab vermiş, Cehennem'e atmış, yine sormuş. Yine demiş "Ene ene, ente ente." (Ben benim, Sen Sensin) Hangi nevi azabı vermiş, enaniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş, yani aç bırakmış. Yine sormuş "Men ene vema ente?" (Ben kimim, sen kimsin) Nefis demiş "Ente Rabbî'r-Rahîm ve ene abduke'l-âciz" Yani "Sen benim Rabb-i Rahîmimsin, ben senin âciz bir abdinim."11 Kaynaklar: [1] Bakara, 183-184-185. âyetler[2] Buharî, Savm, 14[3] Buharî, Savm, 14[4] Buharî, Savm, 6[5] Buharî, Savm, 8[6] Buharî, Savm, 9[7] Buharî, Savm, 12[8] Buharî, Savm, 11[9] Buharî, Savm, 13[10] Buharî, Savm, 14[11] Osmanlıca Mektubat, 248